31 Mart 2010 Çarşamba

Söz Söz Söz

Hayatta bir cok kere söz verir insan birilerine o konuda bu konuda, işte o verdiğin sözleri tutabilme becerinin ya da tutabilme oranının sonucu senin ne kadar güvenilir oldugun konusunda bir sonuç çıkarır ortaya. Birine bir konuda söz verdiğinde tutarsın tutamazsın bu biraz onu biraz da seni ilgilendirir ve etkiler, belki macup olursun biraz, peki insan kendine bir söz verip de tutamadıgında? İşte bu en kötüsü, kendi kendien mahcup daha cok kemirir insanın içini çünkü bahane bulacagın birşey ya da birisi de yoktur sonucta. Birisine verip de tutamadıgın sözde hadi biraz da bencil davranıp kendini düşünmüşsündür belki onun için yapmamışsındır ya kendine verip de tutmadıgın sözün bahanesi nedir ki?  Neden tutulmaz ki, yok mudur insanın kendine inancı, saygısı ya da hiç mi canı sıkılmaz sonra. Siz siz olun ne başkasna ne de kendinize tutamayacagınız sözü vermeyin ya da verdiğiniz sözü tutun.

30 Mart 2010 Salı

Sivri Dil


Hani insan ne cekerse dilinden ceker derler ya gercekten de oyle. "Bu dilden firar eden her söz, yaydan çıkmış ok gibi, Sözler bazen bir hazine bazen dermansız bir dert tipi" demiş ya Sagopa Kajmer, aynen öyle işte. Söz ağızdan cıktıgında dönüşü olmuyor maalesef, ondan sonra söylenecek herşey ya da yapılacakher hamle o ilk anda ağızdan çıkan lafın olumlu ya da olumsuz etkisini gidermeye yetmiyor maalesef ki. Onun içindir ki hani derler ya iki düşün bir söyle ve yine ondandır ki yaradan iki kulak vermiş bir dil; iki kere dinlenip bir kere söylensin diye. İnsanın gercekten haklı oludugu bir konuda bile haksız konuma düşürür insanı. Nerde ne zaman nasıl tepki vereceğini bilmek işte bütün mesele burda. Hani derler ya çok bilsen de çok söyleme diye işte o misal, insan ne kadar cok konuşursa o kadar çok zarar görüyor. Aslında sivri dilin kelime anlamı İğneleyici veya kırıcı söz anlamına gelir, kimine gore dobra olmak anlamına gelse de çoğu zaman söyleyene dokunuyor ucu. Bir özeleştiri yapmak gerekirse benimde hayatta yaptığım yanlışlardan birisi bu konu, hem de ilk sırada olanı.İnsan ne kadar cok konusursa o kadar da cok boş konuşuyor ve arada doğru birşeyler söylese bile o da çoğunlukla arada kaybolup gidiyor. Onun için konuyu da cok uzatıp cok konusmadan bin  kere düşünüp bir kere soylemeli ki hata yapma riskini de en aza indirmeli böylece..

27 Mart 2010 Cumartesi

Eti Browni Intense

Eti Browninin yepyeni yarı kek yarı çikolata -yarı dediysem %40'ı çikolataymış- tarifi imkansız ama tatlı mı tatlı 50 luruşa satılan, insanın yedikçe yiyesinin geldiği yepyeni ürünü. Öncelikle browniden farklı ağıza yapışmıyor onun için yemesi daha keyifli ve kolay, yerken baymıyor çünkü tamamı çikolata değil.

Etinin hoşbeşten sonra Ülkere ikinic golü diyebiliriz kesinlikle çünkü bence acayip tutacak birşey ki ole gorunuyo daha şimdiden. Özellikle atıştırmalık birşer aradıgında ilk tercih sebebi olacak kesinlikle. Yakında cilekli vs farklı tatları da cıkar kesin. Bu arada üzerinde besin degerleri yazmıyor, kendisi 40 gr olmakla birlikte,100gramında;
Enerji (kcal) 465
Karbonhidrat (g) 55.9
Protein (g) 5
Yağ (g) 25.8
Şeker (g) 39.3
Lif (g) 2.6
Sodyum (mg) 352
varmış. (bkz. her güzelde bir kusur vardır bu uyarı zayıflamak için kalorisine dikkat edenler için yoksa ben gecen art arda 3 tane götürdüm birşey olmuyo:)

26 Mart 2010 Cuma

İç Burkan Bir Şehir; İzmit


Herkesin memleketi haricinde bir yer vardır ya içini burkan benim ki de İzmit işte, Üniversite yıllarını gecirdiğim şehir, gençliğin belki de hayatın en güzel yıllarını harcadığım kent, her sokağında, her caddesinde, her mekanında ayrı bir hatıranın saklı oldugu Kocaeli ilinin merkez ilçesi; İZMİT. Her gittiğimde ayrı bir butkulur içim o yürüyüş yolundan tutun da acısu parkına, belsadan marinaya, dolphinden outlet centera, heryerin herseyin gözümdeki yeri bambaşka.
Ya Kocaeli Universitesi...  İstisnasız herkesin ilk girdiğinde "yok abi kesin yatay geciş yapıp istanbul'a geçeceğim ben diyerek başladıgı "acaba seneye bitirebilir miyim ki?" diyerek sürdürdüğü okuldur kendisi. Özellikle şehrin epey dışına taşınan umuttepe kampusu bunu daha cok sık dedirtir.
Kampüs iyidir, hoştur, en son inşa edilmiş kampüslerden biri olması sebebiyle en yeni en modern üniversite kampüslerinden biridir ama İzmit'in o kadar alakasız yerindedir ki oraya kampüs değil uzay üssü kursanız faydası yok insanın gidesi gelmiyor. İzmit'in merkezi ile umuttepe arasında yer yer mevsim yer yer sıcaklık farkı vardır. Aynı gün merkezde bahar havası varken umuttepe'de kar yagmasına şaşmamak gerekir. Hiç olmazsa mutlaka arada +10 derece fark vardır. Kendisi İzmit'e 10 km. uzaklıkta, Kabaoğlu -Arızlı-Üçtepeler Mevkii'nde 5.350.000 metrekarelik alanda bulunmaktadır. 4 Haziran 2000'de temeli atılan kampusun şu an neredeyse butun binalarının inşaası bitmek üzeredir ve yakın zamanda okula bağlı tum fakültelerin o bolgede toplanması planlanmaktadır.

  Kocaeli Universitesi'nin bu kadar tercih edilmesinin sebebi kampüsü falan değil İzmit şehrinin konumudur. İstanbul'a 1 saat, Sakarya'ya 45 dakika, Yalova'ya 1,5, Bursa'ya 2,5 saatlik mesafede oluşu çevre illerde yaşayanlar için tercih sebebi olmuştur. Özellikle İstanbul'da oturanların çoğu İstanbul'dan elle tutulur biryer kazanamaynca yakın bir yer olması sebebiyle tercih ederler Kocaeli Universitesi'ni..


Şehir klasik kücük bir kent yapısına sahip olarak iki büyük caddeden ibarettir. Bunlar Fethiye caddesi ve yürüyüş yoludur. Yürüyüş yolu denen yer eski tren yolunun merkezden biraz dışarı alınmasıyla oluşturulmuş etrafı çınar vb ağaclarla çevrili 2 kilometreye yakın adı üzerinde bir yürüyüş yoludur. Ama akşamları çıkıp iki tur atmak, sabahları yürüyüş yapmak için ideal bir yerdir ki bu yonuyle benim kişisel favorilerimdendir. Akşam cıkıp rahat rahat yürüyüş yapılabilecek bir yer düşünün hem de şehrin göbeğinde, kesinlikle muazzam. Ayrıca aynı cadde üzerinde banka, fatura, belediye, market, yemek vb. nerde ne işiniz olursa olsun hepsi bir arada oldugu için bir saat gibi kısa bir sürede halletmek mümkündür. Bunun değerini ordayken anlamıyorsunuz ama orda bir saatte halledebildiginiz işlerin herbirine İstanbul gibi bir yerde birer gün ayırınca sonradan megerse ne kadar iyi ne kadar rahatmışız diyorsunuz.

24 Mart 2010 Çarşamba

Ucmak Herkesin Hakkı Fakat;


Eger bir gun seyehatinizde havayolunu tercih ederseniz ki artık -eskisine gore daha yaygın ve ucuz oluşundan- daha cok tercih edilir oldu havaalanına gelmeden ya da geldiğinizde ya da beklerken lutfen aşagıda yazacaklarımı dikkate alın. Öncelikle nereye ucarsanız ucun 5 saat öncesinden gelip de "ben bavulumu versem ucus kartımı alsam" gibi isteklerde bulunmayın. Aynı şekilde tam tersine ucagın kalkışına 20 dakika varken kontuara geldiğinizde bilin ki uçağı kacırmışsınız; "ama efendim cok trafik vardı oyle gitti boyle geldi gibi laflarla zaten orda baya mesgul olan insanların kafasını agrıtmayın". İstanbul'un trafik problemi orda çalışan hiçkimsenin sorunu değildir. Benzer bir durum da kapı bolgesi için boarding denilen ucaga kabul işlemi uçuş saatinden en geç 15 dakika kala biter. Tam uçuş saatinde kapıya gelip de o uçağa binmek için ısrar etmeyin hatta "ama uçuş saati buydu bende bu saatte geldim gibi laflar edip kendinizi komik duruma düşürmeyin. Hatta öyle ki "beyefendi/hanımefendi uçagınız hareket etmek üzere hatta bakın gidiyor" denildiğinde "-Ya birşeyler yapıp beni de alamaz mısınız?" diye garip isteklerde bulunmayın. Zira koca ucağa biniyorsunuz bu otobus değil ki kaptana bir yolcu daha geldi diye işaret edilip kapısı açılsın. Bu durum özellikle Turk Hava Yolları, Delta Airlines, British Airways gibi büyük firmaların hepsinde hemen hemen aynıdır. Check in 1 saat önce boarding en gec 15 dk önce biter.
 Herşeyi zamanında yaptınız, zamanında gelip bagajınızı verdiniz kapı bolgesine geldiniz. Ekrana bir baktınız ki uçağın kalkışını 30dk 45dk ya 1 saat gecikme girilmiş, bunun için kapı bolgesinde gordugunuz ilk kişiye hesap sorup boşuna yaygara cıkarmayın zira cogu zaman onun elinde olmayan konudan kaynaklanan bu gecikmeden onun bile haberi yoktur.
Ayrıca bir uçağın zamanında kalkabilmesi için;
*Seferde olan bir uçak ise alana zamanında gelmiş olması,
*Uçuş ekibinin zamanında ucaga gelmiş olması,
*Boarding memurlarının zamanında gate(kapı) bolgesine gelmiş olması,
*X-raydeki gorevli guvenlik personelinin zamanında salona gelmiş olması,
*Var ise ucaga başka yerden gelen transit yolcuların zamanında gelmiş olması,
*Bu yolcuların bagajlarının zamanında gelmiş olması,
*Lokal yolcuların bagajlarının zamanında ucaga yuklenmiş olması,
*Varsa kargoların zamanında ucak altına gelip yuklenmiş olması
*Ucakta herhangi bir teknik arıza bulunmaması,
*Ucak içi ekipmanlarında herhangi bir eksik olmaması,
*Hava tarfiğinin yogunluk durumu,
*Gidilecek havaalanındaki hava trafiğinin durumu,
*Kalkış limanındaki ya da gidilen yerdeki havalimanında ki hava şartları....
          .... gibi yukarda sıralan tüm koşulların yerine getirilmiş olması gerekir. Bunların herhangi birisindeki en ufak bir aksaklık olması durumunda o uçağın kalkışına gecikme konabilir, bu gecikme nedenine gore bes dakika da olabilir beş saatte olabilir. O yüzden kapıya gelip karşınızda gördüğünüz ilk kişiye sanki bu durumun sorumlusu o kişiymiş gibi davranmayın. Yukarda da vurguladıgım gibi cogu zaman ordaki kişi de sebebini bilmiyordur. Onun için koca ucagın gecikmesini o kişiye mal etmeyin. Ki Ataturk Havalimanındaki gecikmelerin % 90'ı ya tarifeli ucagın alana gec gelişinden  ya da Atatürk Havalimanında ki pist yogunlugundan kaynaklanmaktadır. Uçmak herkesin hakkı ama herkesin harcı değildir, lutfen seyahatinizde havayolunu tercih ederken tüm bunları aklınızdan cıkarmayın. Herkese guvenli yolculuklar..

Yalın Ki Sen

carpe diem: dinle


Aslında pek sevmezdim Yalın'ı o çıkış yaptıgı zalim şarkısından sonra hep kendisini tekrar ediyor gibi geliyordu. Aynı melodi aynı tını butun şarkıları aynı modda ilerler gibi gelirdi bana. Ama bu şarkısı tamamen bir istisna. Yine aynı yalın bayıklıgı var aslında ama bir girişi var ki o ud sesi insanın butun hüzünlerini cıkarıyor yerinden, tam o anda "hazırlanmış bir yere gidiyor gibisin" diye girmez mi şarkıya ilk darbeyi alıyorsun zaten ardından da "kaç gündür düşünüyorum tenhalaştı kahvaltılarımız" derken saglı sollu darbeler içinde kalıyorsunuz. Derken "Ki sen, benim gözyaşlarımı da gördün, sen benim ilk aldığım güldün" dizelerini duyuyorsunuz içiniz sızlamaya başlarken ve hemen ardından gelen şarkının en can alıcı kısmı "heyecanını kaybetmişsin yok inancını kaybetmişsin" ve nakavt. Bir şarkı bu kadar mı otuırur insanın içine, düğümler boğazına. Arada yine giren ud sesleri adeta usul usul yagmur yagarken ötelerden gorunen güneş gibi bir hüzün getiriyor şarkıya. Mükemmel bir şarkı efendim tam dinlemelik diline dolamalık..

Yalın - Ki Sen
hazırlanmış bir yere gidiyor gibisin
benim her yerde elim kolum var
bilmez misin yüzüm düşmüş
kaç gündür düşünüyorum
tenhalaştı kahvaltılarımız
bomboş bakıyoruz artık
bi bildiğin var da susuyor gibisin

ki sen, benim gözyaşlarımı da gördün
sen, benim ilk aldığım güldün

heyecanını kaybetmişsin
yok inancını kaybetmişsin
doya doya sarmamışım
bize çok günah etmişsin.

* Tek handikabı da son kısmında gecen gunah etmişsin olmuş, gunah etmek de nedir yalın diye sorası geliyor insanın. ayıp etmişsin de, yazık etmişsin de ama gunah etmişsin olmamış hiç (bkz. bir tarafımızdan element uydurmak)

23 Mart 2010 Salı

Mutsuzluk Umutsuzluk

İnsanın hayatta mutlaka bir umudu olmalı,bir ideali, yapmak istediği, ulaşmak istediği bir nokta olmalı. Bu okudugu okulu bitirmekten tutun da calıştıgı yerde bir yerlere gelmeye kadar hersey olabilir. Taa ki gün gelir beklentin kalmaz hayattan işte o gün ne yapıyorum ben diye sorgulamaya başlarsın hayatı yaşantını herşeyi, neden boyle neden soyle diye. Öyle ki iş dönüp dolaşıp neden yaşıyoruz ki bize kadar geliyor ve kendisini mutsuz hissetmeye başlıyor insan. İşte bu umutsuzluktan kaynaklanan mutsuzluğun caresi cok zor. İlla bir umudun bir beklentin olacak hayattan, yanlış da olsa dogru da olsa birşeylerin peşinden koşacaksın koşmalısın da ve asla da umutsuzluga kapılmayacaksın.
*
Mutlaka önüne engeller cıkacak hayatta, kendini yedi cihan sefiri sanan yöneticiler de cıkacak, egosunu yetkileriyle senin üzerinde tatmin etmek isteyen eksik akıllı ezik tipler de, en ufak bir hareketine takan bir hoca ya da amir ya da müdür hiç farketmez; sınavda yazdıgın kagıttan cok senin karakterine takandan tut da, çalıştıgın yaptıgın işten çok hal ya da hareketlerine takanına, karakteri tam oturmamışndan tut da hiçbir zaman oturma umudu olmayanına, yaptığı ezik hareketlerlle tatmin olanına türlü türlü insanlarla karşılaşacaksın. Hayatta hiçbirşey yıldırmasın seni, döndürmesin yolundan bildiğin inandışın doğrulardan. Herşey sen de biter sonucta. Asla umudunu kaybetmeyeceksin, dimdik duracaksın bu hayattta...

*resimlerin üzerine tıklayıp büyük halini görebilirsiniz.

20 Mart 2010 Cumartesi

Tobias Linderoth

Hayatı;
Viborg Kulübü Teknik Direktörü Anders Linderoth’un oğlu olan Tobias Linderoth, babasının futbolcu olarak formasını giydiği Marsilya’da dünyaya geldi.
Futbola 1985’te, Mjällby AIF altyapısında başlayan Tobias Linderoth, 7 yıl bu kulüpte kaldı. Ardından 1992’de IFK Hässleholm’e, 1995’te Feyenoord altyapısına giden Linderoth, 1996’da ülkesi İsveç’e dönüp Elfsborg kulübünde profesyonel futbol kariyerine başladı.
Elfsborg’da iki sezonda 57 maçta forma giydi ve 4 gol attı. Ardından Norveç ekibi Stabæk I.F.’e transfer olan Linderoth, bu kulüpte 68 maçta 9 golle oynadı.
Buradaki performansıyla dikkatleri çeken İsveçli yıldız, 2001’de Premier League’e gitti ve Everton forması giydi. Üç sezonluk İngiltere kariyerinde 40 maça çıktı.
2004’te Danimarka’ya gitti ve FC Kopenhagen’ı zirveye taşıyan kadronun temel taşı oldu. Üç sezonda 127 maçın tamamında ilk 11’de başladı. Performansını 6 golle süsleyen Linderoth, iki de Danimarka şampiyonluğu yaşadı. Linderoth bu sürede 2 kırmızı, 41 sarı kart gördü.
İsveç Milli Takımı’nda da kilit rol üstlenen Tobias Linderoth, ikinci kaptanı olduğu ekiple 1999’dan beri 69 maça çıktı, 1 gol attı. Ayrıca İsveç 21 yaş altı milli takımındada 21 maça çıkmıştır.
2002 ve 2006 Dünya Kupası ve EURO 2004’de mücadele eden Tobias Linderoth, 2002 Dünya Kupası’nda bir maçta 96 dakika sahada kalıp 14.6 kilometre koşarak adından söz ettirdi.
Eşi Maria Linderoth ile 25 Ekim 2006’da ilk kez çocuk sevinci yaşayan Tobias Linderoth, aynı yıl ülkesinde “Yılın En İyi Orta Saha Oyuncusu” seçildi.
2007-2008 Türkiye Futbol Liglerinin transfer dönemlerinde Galatasaray Spor Kulübü'nün transfer ettiği ilk yabancı oyuncudur. Ayrıca Linderoth Galatasaray Kulubü ve taraftarlarından da büyük ilgi görmüştür. http://yeni.soccercenter.net/forum-konu-goster/6-Jan-Tobias-Hakan-Linderoth_91420/

*Kendisi Galatasaary'a geldiği 2007 senesinde o donem için tam Galatasaray'ın aradığı tip bir oyuncuydu, gerek o donem on liberoda sıkıntılı olusumuz, gerekse oyuncunun cok kosması pres yapması defansa yerdım etmesi gibi özellikleriyle Galatasaray için o donemde ilaç gibi bir trannsferdi, ayrıca daha sonradan transfer konusunda efsane olacak Haldun Ustunel'in ilk transfer bombası olması yonunden onemli bir adamdı. Ama maalesef ki adamı şanssız sakatlıklar Galatasary'daki kariyerininin buyuk bolumunu ya saglık merkezinde ya da salonda gecirdi. Onunla ilgili en cok duydugumuz cumle; "tobias linderoth’un tedavisine sağlık merkezinde devam ediliyor" olmuştu maalesef. Kendisi bin kişide bir bile gorulmeyen kalca buyumesi (tıp dilindeki aadını bilmiyorum) rahatsızlıgı sebebiyle 27 mart 2009'da Amerika'da operasyon gecirmiş, ondan sonra da bu rahatsızlık onun sahalara tam anlamıyla donmesine hep engel olmuştur. 
Her ne kadar kendisi 2009-2010 sezon oncesi kampından once havalimanından gecerken bana "Gecen sezon benim için cok kotu gecti şanssızlıklarla bu sene inşallah Rijkaard'la daha iyi olacak sağlığım da izin verirse daha faydalı olacagım" demişti ayak üstü sohbetimizde. Bende "inşallah sana guvenimiz tam, sana inanıyoruz demiştim. Cok beyefendi sıcakkanlı bir insan izlenimi vermişti bana ama kısmet olmadı Galatasaray'da devam etmek ve devre arasında yollar ayrıldı, oyle ki en sonunda adam futbolu da bırakmış, çok iyi ama çok şanssız bir insan olarak gecti gitti.(bu yonuyle kendime cok benzetirim hep:) Kendisine bundan sonraki hayatında başarılar dileriz efendim.

17 Mart 2010 Çarşamba

Kontör Yerine TL

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) kararı gereğince 1 Nisan 2010 itibari ile tüm mobil operatörler kontör yerine tamamen TL’ye dayalı tarifelendirme sistemine geçecek. Bu kapsamda tarifelerde, kampanyalarda ve reklamlarda hizmet birim ücreti ses, SMS ve diğer hizmetler için kontör yerine TL ya da kuruş olarak kullanılacak.
Turkcell, kontörden TL'ye geçiş hazırlıklarını tamamladığını açıkladı ve müşterilerin ne ile karşılaşacağını sıraladı.
Olaya açıklık getirmek isteyen Turkcell'in konuya ilişkin yaptığı açıklama şu şekilde:

Kısaca "Kontörden TL'ye Geçiş Rehberi" olarak adlandırabileceğimiz bu açıklamanın maddeleri şöyle:
1. Tarife ve kampanyalarda bugün kontör yükleyerek aldığınız avantajlardan 1 Nisan sonrası TL kartları yükleyerek yararlanmaya devam edebilirsiniz, tarife değişikliği yapmanıza ya da yeni bir tarife için başvurmanıza ve aboneliğiniz olan diğer servisler için ek bir işlem yapmanıza gerek olmayacak.
2. Bugün kontör yükleyebildiğiniz kanallardan TL kartlarını da yükleyebileceksiniz.
3. Artık kontör yerine geçen yeni TL kartını yine bugün kontör yükleyebileceğiniz kanallardan satın alarak, bu TL kartının içinde bulunan miktarını hattınıza yükleyebilecek ve hattınızda TL bakiyesi göreceksiniz.
4. Konuştukça, SMS attıkça ya da başka bir hizmet ile bu TL bakiyesinden harcama yapacak ve kalan tutarı her hizmet sonrası ekranınızda görebileceksiniz. BTK kurul kararı gereği bu bilgileri tüm müşterilere iletilecek. Bu bilgileri almak istemeyen müşteriler çağrı merkezimiz kanalı ile bu bilgilendirmeyi iptal edebilirler.
5. Bayilerde halen mevcut olan kontör kartlarını TL geçişi sonrası da satın alabilirsiniz. Bu kartların 31 Mart 2010 tarihinde geçerli tavsiye edilen satış fiyatı TL tutarı olarak hattınıza yüklenecek. Örneğin 150 kontör kartı satın aldığınızda 31 Mart 2010 tarihinde geçerli tavsiye edilen satış fiyatı olan 31 TL hattınıza yüklenecek.
6. Kontörde olduğu gibi yine yükleme miktarına bağlı avantajlar olacak. Tek seferde daha fazla yüklemeye daha uygun tarife ve kampanya avantajından faydalanabileceksiniz.
7. 1 Nisan itibariyle cebinizdeki kontörler BTK tarafından onaylanan birim fiyat üzerinden hesaplanacak ve kontörleriniz değer kaybetmeden hattınıza TL olarak yüklenecek.
8. Kampanyalardan kazandığınız hediye kontörler 1 Nisan’da değer kaybetmeden TL olarak hattınıza yüklenecek.
9. TL ile belirtilen tarife ve kampanya fiyatlarına KDV ve ÖİV dahildir

* Yani artık "kontorum bitti kontor kalmadı bana kontor at" cumleleri tarih oluyor, torunlarımıza anlatacagımız bir konu daha cıktı:)

8 Mart 2010 Pazartesi

Nargile

Nargile'nin Tarihi;
İnsanoğlu ilk olarak milattan önce keşfetmiş tütünü. İbadet amacıyla yaktıkları tütün yapraklarının verdiği keyfi farkeden insanlar, o günden beri onu hayatlarında vazgeçilmez kıldı. Tütün, tarih boyunca çeşitli medeniyetler tarafından şekillendirildi. Pipo oldu, puro oldu, sigara oldu, ağızlarda çiğnendi. Ancak hiçbir şekil, tütünle “nargile” kadar bütünleşmedi.Hindistancevizi'nin dışındaki tütün benzeri tabakayı yakan ve cevizin içine soktukları kamışla keyif yapan Hintliler, asırlar sürecek olan nargile geleneğini de başlatmış oldular. Nargile, aradan geçen yüzyıllar sonunda bir kültür haline dönüştü.
Çok farklı kültürlerinin farklı adlandırdıkları bu keyif aracı Araplar tarafından Narcile, İranlılar tarafından da Kalyan diye adlandırılıyor. Asıl nargilenin kökeni ise Farsça’da Hindistan cevizi anlamına gelen Nargilden geliyor.Hindistan’da ortaya çıkan nargilenin ilk örnekleri Hindistan cevizinin içinin çıkarılıp kabuğuna bir kamış sokularak yapılmış. Zamanla Hindistan cevizi yerine kabak kullanılmaya başlanmış. Kullananların sayısı arttıkça porselen ve bronz da nargile için elverişli malzemeler haline gelmiş. Bunları cam, billur, çini hatta gümüş gövdeli nargileler izlemiş. Hindistan’da doğan nargile, başta İranlılar olmak üzere Araplar, daha sonra da Türk insanı ile tanışmış.Türk insanının nargile ile tanışması aslında Osmanlı dönemine rastlıyor. O dönemde İran’dan getirilen ve zamanın kahvehanelerinde muhabbetlere eşlik eden tömbeki padişahlar döneminde yasaklanmıştı. Nargile de uzun zaman İstanbul Tophane’de, İzmir Kemeraltı’nda ve Ankara Gençlik Parkı'nda tömbeki olarak sunulmaya başlanmış. Bu nostaljik mekanların müdavimlerini ise genellikle orta yaşın üstündeki insanlar oluşturuyordu. Daha sonraki, yani yakın dönemlerdeki aromalı nargilelerin hayatımıza girmesi ile daha hafif bir içecek haline gelen nargile genç kitle tarafından da tercih edilmeye başlandı.




Yapısı ve Tasarımı;
Ser: Nargilenin uzun gövdesi. Boyun kısmı dar olmakla birlikte karın kısmına inildikçe çapı genişleyen, yapı olarak sürahiye benzeyen bir parçadır. Cam, metal ve seramikten yapılır.
Lüle: En üstte bulunan, tömbekinin konulduğu delikli tabla. Gümüş, pirinç ya da bakırdan yapılmış, oymalarla süslü bir muhafaza ile çevrilidir. üzerine köz konularak gerekli ısı sağlanır.
Marpuç: Dumanı şişeden alan ve ağza ulaştıran bölümdür. Bu bölümde kullanılan hortum koyun derisinden yapılır.
Şişe: İçinde dumanı filtre eden suyun olduğu ve fokurdamaların geldiği bölüm.
Sipsi: Marpuçun ucuna takılan, dumanın içinden çekildiği küçük ağızlık. Tercihen kehribardan yapılır, fakat maliyet sebebiyle ve hijyenik açıdan genelde plastik olanları kullanılır. Mermer ya da gümüş olanları da mevcuttur.
Tepsi ve rüzgarlık: Tepsi közden düşen külleri toplar, rüzgarlık ise közün sönmemesi için kullanılır.
Tömbeki: Nargileye has tütün.

Çalışma Şekli;
İçici marpuçtan nefes aldığında oluşan basınç farkıyla hava sırayla közden, sonra ısınarak lüledeki gözeneklerden geçer. Sıcak hava ile ısıtılan tömbekinin dumanı karışarak suyun içinden geçer, bu esnada soğur. Daha sonra hava marpuçtan içiciye ulaşır. Nargile içerisinde bulunan su dumanı soğutmanın yanı sıra içindeki katranı da bir miktar süzer.


Nargile Tütünü;
Nargilenin belki de en önemli öğesi tömbeki denilen tütünüdür. Tömbeki üretiminde kullanılan tütün bitkisi sigara, puro, enfiye gibi diğer tütünlerden daha kısa boylu, daha geniş, daha tıknazdır. Yaprakları daha esmer, daha küçük, daha etli ve diğer türlerden daha dayanıklıdır. Virginia ve Burley tütünlerinde yüzde 3-4, Türk tütünlerinde yüzde 1-2 olan nikotin oranı, tömbekide yüzde 10'a kadar çıkabilir. Tömbeki Türkiye'de Hatay - Samandağ ve Konya - Hadim bölgelerinde üretilir. Tütün gibi toplanır, ama farklı işlemlerden geçer. Yukarıda bahsedilen klasik tömbekinin yanında bugün Mısır'dan getirtilen ve adına bahri veya Arap tömbekisi denilen bir tömbeki türü daha bulunmaktadır. Fermente edilmiş meyvelerden elde edilen bu tömbeki türü daha çok genç nesle hitap eder. Bu tür tömbekilerde çok değişik (doksandan fazla) aromalar kullanılır. Elma, nane, kayısı, çilek, muz, limon, ananas, kavun, çilek, cappuchino aromalı olanları yaygındır. Özellikle elma-nane, kavun-nane, gül-nane karışımları ekstra tat vermektedir içenlere.

Nargile Mekanları;
Nargile güzeldir ama mekanında işin ehlinin elinden cıkarsa güzeldir yoksa işkenceye dönüşmesi kacınılmazdır, bunun  için İstanbul'da Tophane, Çorlulu Ali Paşa Medresesi, Üsküdar Yeşil Mavi Nargile Kafe, İzmir'de kıbrıs şehitlerinde 'nargile konağı' tecrübe edilmiş gecer not almış mekanlardır, he bir de bizim ev var orası ayrı:)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...